9 Aralık 2011 Cuma

Uykusuzluk

         Geçen hafta Kemerburgaz'daydım. Halletmem gereken birkaç işim vardı. Okuldan oraya gitmek zorunda kalmıştım. Bir önceki günün gecesindeyse harcadığım emeğin zerresine bile değmeyecek bir ödev için uyumamış, sabahlamıştım. Göz kapaklarım bir tonluk yük kaldırıyor gibiydi. Vücudum sanki güç tasarrufunda çalışan bir laptop, ağır oğlu ağır, kullanıcısını bıktıran bir haldeydi. Mütemadiyen her gittiğim yere geç kalan ben birde Göktürk otobüsünü yakalamak için ekstra efor sarfetmekteydim. Kendimce otobüste
oturabiliceğime ve birazda olsa kestirebileceğime dair hayaller kuruyordum. Durağa vardığımda 48A'nın önünde uzun bir kuyruk vardı. Kapıları açılmış, yarısı dolmuştu. Hemen bana "heyt napıyosun kardeş" tarzı bakan gözlere aldırmadan sıraya tam ortasından kaynağımı yaptım. Strateji olarak arkalara doğru geçip macera aramak yerine gördüğüm ilk boş yere kurulmayı seçmiştim. Akbili basıp hızlıca içeri yöneldim. Orta kapıya bakan koridor tarafındaki koltuk boştu. Benim oturmamı bekliyordu. Nasıl bu kadar güzel bir yeri onca insan es geçer diye içimde de bir şüphede yok değildi hani. Koridor tarafında ve inmek için en uygun yer olduğu için yaşlı teyzelerin favori oturma yeri olması benim için bir önem taşımıyordu. Çünkü o an yaşlı teyze bendim, Gazi, sakat, hamile, çocuklu bayan hepsi bendim. Hayatta oturduktan sonra kalkmayacaktım, ne olursa olsun, kendime söz bile vermiştim. Sırtımdaki çantayı çıkarttım. Ve oturduuuum. Ohh bee değil mi?

         Oh be değildi işte. Bir şey tuhaftı. Hemen farkettim. Yanımda uyuklayan bir adam vardı. Hava soğuk olduğu için elleri mont ceplerinin içinde orada uyuyakalmıştı. Bu yüzden kolları pergel gibi açılmış, sağ dirseği bildiğin benim sol böbreğime giriyordu. Koy ellerini beline, sağ dirseğini düşün, işte o dirsek benim böbrekte. Bu arada otobüs duraklarda yolcu almaya devam ediyor, her seferinde başımın dibinde bir yaşlı teyze belirme ihtimali artıyordu. Hem uyuyan yolcudan yeri istenmeyeceği için uyuyor gibi görünmeye çalışıyorum, hemde o dirsek bana değmesin diye mücadele etmeye çalışıyorum. Normalde hiç çekinmem çatırt diye "kardeşim çeker misin şu kolunu" derim ama herif uyuyo işte. Nasıl bir etikse benimki de uyuyan insanlar bundan muaf oluyorlar:) Dik duruyorum olmuyor, sağa kayıyorum yarım kıç oturuyorum, o dirsek yine de benimle birlikte geliyor. Çıldırıcağım.

         Göktürk'te Mecidiyeköy'den hayvan gibi yol. Git git bitmiyor. Şehirdışı deseler de bari şuraya insanları kandırmasalar. O yol birde yanımdaki barzoyla. Bindiğimde yanımda oturan adam içinde bulunduğum durumdan dolayı benim için artık bir düşmana dönüşmüştü. Kin, öfke ne ararsan var bende. Adam birde kış uykusuna yatmış gibi uyuyor. Ama bir şeyler yapmalıydım, ona bu çektiğim acıyı yaşatmalıydım. Bildiğin adam dirseğiyle delmişti böbreğimi. Nasıl rahatsızım anlatamam. Ya insan eli montunun cebinde uyur mu? Bir şeyler yapmalıydım dedim ya, iyice bakındım bu adama. Çirkin mavi bir montu vardı, kır saçlı beyaz tenli 30'lu yaşlarında bir adamdı. Burnu hafif eğriydi. Neyse hedefimi bulmuştum ben, sağ bileği açıktaydı. Bende benim sol dirseğimi onun sağ bileğine doğru soktum. Nasıl bastırıyorum. Ağrıyı hissetsinde bi ayılsın diye yükleniyorum. Otobüs sağa sapıyo, ben merkezkaçla sola doğru yükleniyorum. Dışardan bakanlar herifin üstüne biniyorum sanır. 5 dakika sonra bu ayı kendine geldi, birden uyandı. Hareketlendi. Kalkacaktı, nasılda ayarladı uykusunu anlayamadım, "pardon" dedi. yol verdim. Adamla aslında bir sorunum yoktu ama onca yaşadığım şeyden sonra en azından bir el-kol uyuşmasını hakediyor dediğim anda inerken elini ovması, kolunu sallaması benim için günün en mutlu anı oldu. Küçük bir gülümsemenin ardından hemen uykuya daldım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder